Çocuklarda Psikodrama Grubu

Çocuk Psikodraması ile Sosyal Becerileri Geliştirme Grubu

8-10 Yaş  /  11-13 Yaş

Çocuğunuzun güçlü ve zayıf yönleriyle kendisini tanıması, ilişkilerini yönetebilmesi, kaygılandığında duygularını ifade edebilmesi, öfkelendiğinde öfkesini nasıl kontrol edebileceğini fark edebilmesi ve paylaşmayı öğrenmesi konularında sosyal ve duygusal gelişimini destekleyici psikodrama grup çalışması

 

Grup Bilgileri

Başlangıç tarihleri 24 Haziran- 19 Ağustos arası haftanın Çarşamba ya da Perşembe günleri haftada bir gün yapılacaktır
Süre 8 hafta / Haftada 1 gün
Saat 13.00- 14.20,  16.00-17.20
Kontenjan/ Bilgi Her grup için 7-8 kişi Gruplar yaş gruplarına göre düzenlenmektedir. 8-10 Yaş/ 11-13  Yaş için aynı gün farklı saatler açılacaktır.
Yer Spontan Psikolojik Danışmanlık / Fsm Bulvarı Ceyhan Apartmanı No: 54 Kat 6 Daire 10

Tel : 0532 735 43  14 / 0224 240 01 03

Ücret 400 Tl + KDV ( Her oturum için 50 lira olarak düşünülmüştür.
Koşullar Başvuru sırasında ön görüşme yapılacaktır Aile ile yapılan ön görüşme sonrası çocuklar gruba kabul edilecektir.
Eğitmen Uzman Klinik Psikolog/ Psikodramatist/ Çocuk ve Ergen Psikoloğu

 

Çalışmanın İçeriği

Grup çalışması, çocukların sosyal ilişkilerinin öne çıkmaya başladığı okul çağı döneminde; güçlü ve zayıf yönleriyle kendini daha iyi tanıma, ilişkilerini yönetebilme, sorunlara kendi çözümlerini üretebilme, sorumluluklarına daha fazla sahip çıkma ve yaşamını organize etme konularında sosyal gelişimini destekleyici çalışmaları kapsamaktadır.

Psikodrama grup terapisi temel alınarak yapılan çalışmalarda, çocukların oyun ve dramalarla  eğlenerek, ilişkiler içinde gelişmesi hedeflenmektedir

 

Çocuk Psikodraması Nedir ve Neler Sağlar

Çocuk psikodraması çocukların günlük yaşamlarında yaşadıkları zorlukları, geçmişlerinde kalan önemli olayları ve bunlara ilişkin duygularını, yetersizliklerini, başarılarını ve bunlara bağlı olarak gelişen önyargılarını ve inançlarını sahneleyerek ortaya koydukları ve bu yolla değişimin sağlandığı bir terapötik süreçtir. Bu ortam dürüstlük ve samimiyet içerisinde, öğütler almadan ve eleştirilmeden kendini gerçekleştirebileceği bir ortamdır. Çocuklar birbirlerinden güç alarak iç dünyalarını karşılaştırabilir, birbirlerini zenginleştirerek olumsuz duyguların yerine olumluları koyabilme fırsatı yakalarlar.

Değerli Anne-Babalar;

Çocuklarımızın hızla gelişip büyüdüğü dönemde profesyonel destek katkı sağlayıcıdır. Çocuğunuzun psikodrama grubunda hoş vakit geçirirken farkında olarak yarar sağlayacağı kazanımlar vardır. Bunlardan bazıları;

  • Çocuğun iletişim becerilerini güçlendirir. Kendisini daha iyi ifade etmesini sağlar.
  • Çocuğun kendisini ve güçlü yönlerini tanımasını sağlar ve özgüvenini destekler.
  • Oyun ve dramalar aracılığıyla farklı sosyal rolleri deneyimleyerek sosyal ilişkilerde empati duygusu gelişir.
  • Korku, kaygı, üzüntü ve öfke gibi duygularını ifade etmeyi ve bu duygularla nasıl baş edeceklerini öğrenirler. Böylelikle rol repertuvarlarını geliştirmiş olurlar.
  • Sözel olduğu kadar bedensel olarak da kendini ifade etmeyi öğrenir.
  • Spontanitesini destekler, sorunlara anlık ve yaratıcı çözümler üretebilmesini sağlar.
  • Alayla baş etme becerilerini destekler
  • Benim dışımda da sıkıntı yaşayan çocuklar varmış bir tek ben değilmişim duygusunu görerek suçluluk duygusunu azaltmaya yarar sağlar.
  • Birey olarak yaşantısına sahip çıkma ve kendisi için doğru kararlar alabilme becerisini destekler.
  • Kendileri ile ilgili farkındalıklarının artışı

 

Çocuklarda Travma ve Etkileri

Travmatik olay; kişide yaralanmaya, ölüme sebep olan kendisinin ya da bir başkasının fiziksel bütünlüğünü tehdit eden ve kişide korku, dehşet, çaresizlik duyguları oluşturan yaşantıdır. Travma, genel olarak kişinin başa çıkabilme becerisinden daha zor gözüken bir olaydır. Çeşitli travma tipleri bulunmaktadır.  Aile içi şiddet,  doğal afetler, toplumsal şiddet, okulda şiddet, motorlu taşıt kazaları, kaçırılma, ihmal, fiziksel istismar, cinsel istismar, kayıp, mülteci ve savaş travmaları, terör olayları ve intihar bunlardan bazılarıdır.

Çocuklar travmalara farklı yanıtlar vermektedir. Travma karşısında çocuğun daha olumsuz etkilenmesine sebep olan bazı risk faktörleri bulunmaktadır. Bunlar;

Travmanın şiddetli olması

Travmanın kronik olması

Travmaya maruz kalma derecesinin fazla olması

Travmaya yakınlık, diğer yaşam stresörleri, daha önce ki psikolojik problemleri, kişilerarası şiddete yatkınlığı, geçirmiş olduğu travmanın kendisi için önemi, bakım verenden ayrılma, sosyal desteğinin eksikliği, şiddetli fiziksel acı çekmesi,  istismarcının yakın aileden biri olması, ebeveynin psikopatolojisi, çocuğun düşük bilişsel düzeyde oluşu, problemle baş edebilmede zorlanması, yeterli desteği veremeyen ebeveynin oluşu Verilen cevaplar çocuğun gelişim düzeyine, önceki yaşam becerilerine, travmaya maruz kalma derecesine, ebeveyninin tepkilerine ve yaşamında meydana gelen değişikliklere göre değişmektedir. travma sonrasında çocuğun etkilenmesindeki  risk faktörleri olarak gözükmektedir. Akademik düzeyinin ve sosyal becerilerinin iyi oluşu, özgüven ve baş etme becerilerinin yüksek oluşu, sosyal desteğinin olması, olumlu ebeveyn desteği, İstismar için kendini suçlamama, aile ile iyi bir uyum göstermesi, dini inancının güçlü oluşu, ebeveynlerinin etkili baş etme desteği ise travmaya karşı etkilenmesinde  bazı koruyucu faktörler olarak gözükmektedir.

Baş etmesi zor dışsal olaylara maruz kalan çocuklar fiziksel zarara ya da duygusal örselenmeye maruz kalabilirler. Yardım almadığı durumlarda bazen en hafif travma bile çocuk üzerinde etkiler bırakabilir. Dikkat edilmesi  gereken durum; ihmal, istismar ve diğer travmalar farklı çocuklar üzerinde farklı etkiler bırakır ve ciddiyetle ele alınıp yardım alındığı durumlarda  çocuklarda gözle görünür bir değişim yaşanabilmektedir. Çocuk travmaya karşı nasıl tepki vereceğini onunla nasıl baş edebileceğini öğrenmek isteyebilir öğrenmek istese de bazen bunu nasıl yapabileceğini bulamayabilir bu zamanlarda profosyönel destek almak hem kendi omuzlarınmdaki yükü paylaşmak hem de kendisinin sorun çözebileceğini farketmesini sağlamak adına önemli bir adım olacaktır.

ÇOCUKLARIMIZA NEDEN MASAL OKUMALIYIZ

Masallar sözlü halk hikayeleri olarak yüzyıllardır var olmaya devam  etmektedir. Gezginler, Çingeneler ve seyyahlar sayesinde tüm dünyada öğrenilmişler ve farklı kabilelerin, ırkların ve milletlerin kültürlerine uyarlanmışlardır. Masal halk dilinde öğütleri anlatan söz olarak geçmektedir. Bizim dilimize darbımesel olarak girmiş bu da atalardan  kalan hikmetler olarak geçmiştir. Masallar aslında tüm yaş grubuna hitap etmektedir. Masalı dinleyen çocuk olsada onuı muhakkak okuyan bir anlatıcı vardır o anlatıcı bazen anne, baba, öğretmen, bakıcı olduğu gibi bazen de anneanne, babaanne de olabilmektedir. Bu sebeple masallar her yaşa hitap etmektedir.

Masallar çocukların hayal gücünü geliştirmekte, onlara eğlenceli bir vakit dilimi sunmakta ve duygularını beslemektedir. Masal çocuğa şimdi ve gelecek hakkında bilgi verir, duyguları belirlemede kapı açar, güncel meseleyi öğretmez kendi sorunu ile nasıl başa çıkabileceği konusunda fikirler vermektedir.  Masal kahramanları genelde toplumsal sıkıntılara da değinirler ve onlarla mücadele etmek  için çaba gösterirler bu bağlamda çocuk da dünya ile nasıl baş edebileceğini öğrenir.

Masallarda çoğu zaman kahramanlar ya tamamen iyidir ya da tamamen kötüdür. Örneğin pamuk prenses hep iyiliği düşünür üvey annesinin kendisine kötülük yapmasını aklına getirmez bunun yanında cadı ya da üvey anne hep pamuk prensesi yok etmek için uğraşır o da tamemen kötüdür. Buna bir çok masal kahramanları ekleyebiliriz( kırmızı başlıklı kız hansel gretel gibi) çocuklar sembolik olarak kendilerini ya iyi ile ya da kötü ile özdeşleştirir biraz iyi biraz da kötü alanı anlamak onlar için karmaşık gelecektir. Bu yüzden de masallar daha sade ve yalın olduğu için onların hayatlarında ki iyi ve kötüyü anlamlandırması kolaylaşacaktır.  Masal sayesinde iyi ve kötü insanı, arkadaşı komşuyu  vs ayrıştırma imkanı bulacak ve kendi hayal dünyasında soyutu somuta çevirebilme fırsatı bulacaktır. Yaşı gereği soyut düşünme gelişmediği için masallar onu soyut kavramları somutlaştırmasına yardımcı olacaktır. ( masal kahramanlarının kıyafetleri de dikkat ederseniz hep aynı ve düzdür pamuk prensesin kıyafeti hep aynıdır. Kırmızı başlıklı kızın  belirli bir giyimi vardır.)

Hangi masal hangi yaştaki çocuğa iyi gelir bilemeyiz bu her çocukta değişebilir. Masalı anlatan kişinin yorumu, anlatışı da önemlidir. Kendi iç dünyasını çocuğa aktarır. Çocuk birçok kez aynı masalı dinlemek isteyebilir, eğer çocuk kendi içsel problemini çözerse o da başka masala geçecektir. Her masal çocuğun kendisinden, ailesinden ve sosyal yaşantısından bir şeyler bulduğu çıkarımlar ürettiği eserlerdir. Masal içinde zıtlıkları barındırdığından çocuğa öteki ile farkı da yansıtır. Ötekiye nasıl davrandığı ve davranıldığı temaları masalda ona sunulacaktır.  Masal dinleyen ya da masal okuyan çocuklar hayal dünyasını geliştireceğinden fantastik öğeleri de merak ederler. Günümüzde ki örümcek adam batmen  fantastik dörtlü gibi kahramanları da merak ederler. Bu ilerleyen yaşlarda farklı boyutlarda düşünmeyi fantastik kitaplar okumayı farklı boyutlardan yaşama bakmayı da geliştiren bir durum olacaktır. Fantastik dünya yaşamdan farklıdır orda hayal ürünü daha fazladır ve düşünmeyi teşvik etmedir. Böylelikle çocuk da ilerleyen yaşlarda daha fazla düşünen daha farklı açılardan dünyaya bakabilen bir genç ya da erişkin olma yolunda bir adım atacaktır.

Sonuç olarak masallar çocuğun hayal dünyasını geliştirmekte, ona duygularını ifade etmesini sağlamakta ve ona problem çözmeyi güvenli bir yoldan öğretmektedir. Çocukların duygularını rahatça ifade edebildiği, kendi sorununu kendi başına çözmek için adım atacağı masal kitapları onlara hayatlarında bir yoldaş aynı zamanda eğlenceli bir vakit aracı olacaktır. Çocuk fikir üretirken kendi dünyasının da geliştirmeye başlayacaktır. Bu sebeple onlara bol bol masal okumaktan çekinmeyelim, kahramanların ürkütücü olduğunu düşünmeyelim çünkü o kahramanları siz ebeveynlerin yanında dinleyecekler eğer sizlerden dinlemezlerse zaten onları bir yerden bulup kendilerini korkutmak için bir sebepleri de olacaktır. Masallar çocukları korkutmaz onları aksine daha da güçlü yapacaktır.  Onları yaratıcı ve üreten bireyler yapacaklardır. Haydi masal okuyalım J

 

 

Okula Başlarken… ÖDEVLER BİZİ BEKLİYOR

Okullar açılıyor çocuklar heyecanlı biz aileleri ise stresliyiz. Stresliyiz çünkü sene boyunca hazırlanması gereken ödevle, projeler ve girilmesi gereken sınavlar bizleri bekliyor. Evet bunlar çocuklarımızın yapması gereken şeyler ama biz aileleri bekliyorlar. Çoğu zaman çocuğumuz düşük not almasın, olumsuz eleştiri almasın kaygısıyla ya da kendi başına çok zorlanmasın diyerek çocuklarımıza yardımcı oluyoruz. Ancak önemli bir nokta şu ki çocuğumuza yardımcı olmakla onun yerine işleri yapmak arasındaki sınırı belirlemekte çoğu zaman zorlanıyoruz. Bu nedenle okul dönemi çocuklardan çok biz aileler için stresli ve zor bir dönem olabiliyor. Hatta bu sınırı belirleme zorluğu sadece okul dönemi ile ilgili olarak karşımıza çıkmıyor. Genel olarak çocuklarımıza verebileceğimiz sorumluluklarla ilgili bu sorunu hep yaşayabiliyoruz.

Aslında bu durumun iki farklı ucu var. Bir tarafta çocuğumuza hiç sorumluluk vermemek, diğer tarafta ise yaşının çok üzerinde olan sorumluluklar vermek. Bu her iki uçta da çocuğumuzun kendisiyle ilgili algısı olumsuz etkilenebiliyor. Dolayısıyla çocuğumuzun yaşına ve gelişimine uygun sorumluluklar vermek ve yapamadığı işlerde ona yardımcı olmak büyük bir önem kazanıyor. Yaşına uygun yapabileceği görevler verildiği zaman çocuğun kendisine olan güveni artacak yeni görevler yapmak için heveslenecektir. Bu sebeple çocuğun gelişimini görüp gözleyip gelişimine yaşına uygun sorumluluk vermek önemlidir. Çocuk ilk önce bir şeyler yapabileceğini görmeli ki daha sonra bunu geliştirmek için çaba sarf etmelidir. Başarmayı keşfeden bir çocuk çaba sarf etmek için daha gayretli olacaktır. Böylelikle kendisine olan güveni artacak ve sorumluluk duygusu gelişecektir.

Bunun tersine çocuğa hiç sorumluluk vermemek de kendine güvenini azaltacaktır. Çocuğum yorulmasın, onun yerine ayakkabısını bağlarım, resim dersinde zorlanacak biraz yardım etsem bir şey olmaz ya da oyun parkında kendisini koruyamaz ben de onunla beraber gideyim de onun yerine sıraya gireyim gibi davranışlar çocuğun yeterlilik algısını sarsacaktır. Ben annemsiz ya da babamsız bir şey yapamıyorum en iyisi markete de annemle gideyim ya da okul ödevlerimi tek başıma başaramam kesinlikle biri bana yardım etmelidir demesi çocuğun kendine olan güvenini azaltacaktır. Bu bağlamda çocuğun yaşına uygun sorumluluk ve görevler vermek, ondan yapabileceği şeyleri istemek gerekli ve önemlidir. Ebeveynin bütün yükü sırtına alması yerine onunla işbirliği halinde olup yardım isteğini ona bırakmanız gerekmektedir. Her çağrısında yanında olup problemini çözmek sorun çözemeyen yardıma muhtaç bir birey yaratabileceği gibi sorumluluk alan, yapabileceği yükleri omzuna alan problem çözen çocuk gelecekte kendi ayakları üzerinde duran bağımsız bir birey haline gelecektir.

Hem çocuklarımızın sorumluluk alabildiği hem biz ailelerin omuzlarındaki yükün hafiflediği güzel bir okul dönemi geçirmemiz dileğiyle…

Otistik Çocuğa Sahip Olmanın Aile Üyeleri Üzerindeki Etkisi

Otizm yaşamın erken dönemlerinde başlayan ve yaşam boyu süren, sosyal ilişkiler, iletişim, davranış ve bilişsel gelişmede gecikme ve sapma ile kendini gösteren, nöropsikiyatrik bir bozukluktur. Otizm; 3 yaş öncesi çocuklarda ortaya çıkan, sözel ve sözel olmayan iletişim, sembolik etkinlik, oyun ve sosyal ilişki alanlarında bozukluk ve stereotipiler ile belirli olan bir bozukluktur.

Otizm aile üyeler için özellikle zor mücadelelere sebep olan ağır bir gelişimsel bozukluktur Herhangi bir hastalığı, engeli ya da kronik rahatsızlığı olan bir aile üyesine sahip olmak zorlayıcı olabilir; ancak otizmle ve otizm spektrumu ile ilişkili kendine has, özellikleri sebebiyle aile üyelerini psikolojik sıkıntılar açısından daha riskli bir konuma sokabilmektedir (Glasberg, 2000). Otizme has belirtiler ve davranış biçimleri çok yaygın bir çeşitlilik göstermektedir; sosyal ortamlarda öngörülemeyen davranışlar, yaşıtlarla ilişki kuramama gibi özellikleri otizmin aile üzerindeki etkilerini büyütmektedir. Özellikle de otizmin, karmaşıklığı, öngörülemezliği ve açıklanamaz oluşu aileyi daha büyük bir risk içine sokmaktadır).  Örneğin sokakta yürürken otistik bir bireyin başka birisinin elindeki simite yönelmesi, toplu taşıma aracında ya da bir sinema gibi topluluğun olduğu bir alanda ani bir kahkaha atması “normal “ yüzlü dışarıdan fark edilemeyen özellikli bir çocuğun ailesi için bu durumu açıklamak oldukça güç olabilmektedir.

 

Otistik çocuğa sahip ailelerin; aile işlevselliğinde daha büyük bir engelle karşılaşmaları, engelli çocuğa yönelik daha büyük bir hayal kırıklığı ve kızgınlık yaşamaları; daha az eğlence aktivitelerine ve mesleki sorun ihtimallerine sahip olmaları da söz konusudur Bebko, Konstantareas ; 2007).  Bebko, Konstantareas & Springer (1987) ve Rao & Beidel (2009) otistik çocuğa sahip ailelerde diğer engele sahip bir çocuğu olan ailelere nazaran daha fazla stres olduğunu belirtmişlerdir. Otistik çocuğa sahip ebeveynlerin, özellikle annelerin, diğer engellere sahip çocuğu olan ailelerden daha yüksek seviyelerde stres yaşadıklarını gösteren başka araştırmalar da bulunmaktadır (Dumas et al., 1991; Bouma & Schweitzer, 1990, 2007; Rao & Beidel, 2009). Hastings (2007) çalışmasında otistik bir çocuğa ebeveynlik yapmanın, normal gelişim gösteren bir çocuğa ya da başka engele sahip bir çocuğa ebeveynlik yapmaya nazaran duygusal açıdan daha zedeleyici bir tecrübe olabileceğine değinmiştir. Daha ciddi ekonomik endişelerin, daha fazla bakım verme yükünün ve planların ve aktivitelerin devamlı kesilmesinin yanında (Rodrigue, Geffken & Morgan, 1990); çocuğun tanısı otizm olduğunda, ebeveynler çocuklarına bir tanı konmasının uzun ve sinirlendirici süreci ile toplumun otizmle ilgili az bilgisinin olması, otistik davranışların toplum tarafından kabul görmeyişi, düşük sosyal destek seviyesi ve otistik çocuğun yıkıcı davranışları ile yüz yüze gelirler (Sharpley, Bitsika & Efremidis, 1997;).

Yıkıcı davranışlarla karşı karşıya gelen ve otizmi açıklamakta zorlanan bazı aile üyeleri zaman zaman durumla mücadele etmek yerine eve kapanmayı ya da sosyal ilişkiden uzaklaşmayı tercih edebilmektedirler. Ailecek yemeğe gitmenin, alışveriş merkezinde beraberce gezmenin, zorluğunu bazı aile üyeleri dile getirmişlerdir. Otizmli çocukla yaşamak tüm aile üyelerini etkileyen ve sosyal ilişkilerine de yansıyan bir yaşantı şekli olduğu için otizmi farketmek onlarla birlikte yaşamayı öğrenmek ve onları kendi yaşamımıza entegre etmek de toplum içinde yaşayan bireylerin bir görevi olduğunu düşünüyorum. Onları tanıdıkça onların ve ailelerinin aslında hep beraber yaşayabileceğimiz bireyler olduğunu fark edip onları olduğu gibi kabul edince aslında hem otistik çocuğa sahip aileler hem de diğer tüm toplum fertleri için yaşam içinde bütünleşmek bence biraz daha kolaylaşacaktır. Hep beraber olmak o kadar zor olmamalı değil mi?

 

 

Ergenlik

Ergenlik genel olarak puberte öncesinden genç  erişkinliğe kadar olan dönemin genel adıdır. Kızlarda genel olarak 11-12 yaş döneminde başlarken erkeklerde 13-14 yaşlarında bu dönem başlamaktadır. Bu yaş dilimleri yine de kesin bir veri vermemektedir. Bazen önce 1-2 yaş önce veya sonra olabilmektedir. Ergenlik fiizyolojik  bir süreçtir, kesinlikle bir hastalık değildir. Bu dönemde hem bedenen hem de ruhsal olarak çok hızlı bir gelişme yaşanır. Bu hızlı geçiş döneminde bedensel ve ruhsal değişimler hem bireyi hem de aileyi zorlamaktadır. Bir fırtınanın içinde olan ergen en çok  da ailesinden göreceği destekle bu süreci atlatacaktır. Bu süreçte bedensel ve ruhsal değişimleri ergenin kabul etmesi onun için kolay olmayacaktır. Algıladığı sosyal destek en başta aile olmak üzere okul, arkadaş gibi dinamiklerin yanında olması bu süreçte kendisinin daha rahat ilerlemesini sağlayacaktır.

Ergenler çocukluk döneminin kapısını aralarlar ama yetişkin de olamazlar. Bazen biz onları küçük erişkinler olarak görsek de beyin gelişimleri hızla büyümeye devam etmektedir. yapılan araştırmalarda beyin gelişimlerinin yirmili yaşların başına kadar devam ettiği görülmektedir. Bu nedenle ergenlere yaklaşırken onların beyinlerinin bizimkilerden farklı çalıştığını iyi anlamamız ve onlara uygun davranmamız gerekmektedir.

Ergenlikle birlikte beyin gelişiminde akıl yürütücü işlevleri yöneten  beynin prefrontal korteksi de gelişmeye başlar.9-10 yaşlarında büyümeye başlayan bu bölge 11 yaş gibi hızlanır ve gelişimi de genç erişkinli dönemine kadar devam eder. Bu bölgenin diğer merkezlerden geç gelişmesinden dolayı akıl yütücü işlevlerden planlama,organizasyon yapma ve öncelik belirleme gibi işlevlerde sorun yaşarlar. Bu yüzden de ergenler kendilerinden istenen karmaşık isteklere ve beklentilere cevap vermekte zorlanırlar. Bunun için ailelerinden gelen basit ve tekli yönergelere daha duyarlı olurlar.zamanlarının yapılandırılması için planlama ve programlamadan fayda görebilirler.ergenler çocuklardan farklı olarak canlandırma, dramatizasyon ve görsel olarak öğrenmeden daha çok faydalanabilirler.

Ergenlerin duygusal beyinleri ön plandadır.

  • Ergenler olaylara ani tepkiler verir.
  • Bu tepkiler mantıksal değil, çoğunlukla duygusaldır.
  • Ergenler fazla alıngandır.
  • Sıklıkla aile veya öğretmenlerini yanlış anlarlar.
  • Çabuk sinirlenip öfkelenebilirler.
  • Aniden bağırıp çağırabilirler.
  • Duygularını sözcüklere iyi dökemeyebilirler (karşısındakini kırıcı ve ağır konuşabilirler ya da kapıyı öfkeyle çarpıp uzaklaşabilirler.)

Duygularını ifade edemeyen ergenin sözel olarak duygularını ifade etmesini desteklemek onu anlayabildiğimizi gösterebilmek yapabileceğimiz en önemli özelliklerdendir. Bu durum sana ne hissettirdi, bana çok öfkelisin galiba, kapıyı çarparak buradan uzak buradan uzaklaşmak istiyorsun gibi cümlelerle sorunu netleştirmek önemlidir. Çoğu zaman problem hem ergen hem de karşısında ki kişiler tarafından netleştirilmezse bu problemi kendi içinde saklamaya meyilli bir yapısı olduğu için sorun başka bir şekle bürünüp başka zamanlarda ortaya çıkmaya devam edecektir. bunun için ergenin mümkünse öfkesi geçtikten sonra sorun netleştirilip konuşulduğu takdirde problemin çözümü için de önemli bir adım atılmış olacaktır.

 

 

Ana Baba Tutumları

 

  • Ana-babaların çocuklarına sergiledikleri davranışlara denir.
  • Anne, baba ve ailenin diğer bireylerinin çocukla olan etkileşimi, çocuğun ileride nasıl bir birey olacağını etkilemektedir.
  • Anne baba tutumları: Olumlu ve Olumsuz olarak ikiye ayırabiliriz.

 

Olumlu Anababa Tutumu Sergileyen Anababaların Özellikleri

Demokratik Ana-baba Tutumu

  • Anababalar çocuğa “Koşulsuz Kabul” gösterir.
  • Anababalar çocuğa sevgi ile yaklaşır ve çocukla ilgilenir.
  • Aile çocuğa rehberlik yapar. Ancak karar çocuğa aittir.
  • Anne baba çocuk için iyi bir modeldir.

 

Bu tutumla yetişen çocuklar;

  • Sosyalleşmiş, işbirliğine hazır, arkadaş canlısı, duygusal ve sosyal açıdan dengeli bir bireydir.
  • Çocuk nerede ne yapması gerektiğini bilir.
  • Hayatında seçim yapmayı öğrenir, başkalarının kararlarına bağlı kalmaz.
  • Saygılı, sorumluluklarını bilen ve çevresi ile olumlu ilişkiler kurabilen bireylerdir.

 

 

Olumsuz Ana-Baba Tutumlarından Aşırı Koruyucu Ana-Baba Tutumu

Bu Tutumda;

  • Anne baba çocuğun her davranışına müdahale eder.
  • Sürekli çocuğa yaşından daha küçükmüş gibi muamele eder
  • Aile aşırı koruyucu ve vericidir.
  • Çocuğun kendini tanımasını ve yapabileceklerini fark etmesini engelleyen bir anne-baba tutumudur.
  • Çocuğun bireyselleşme çabalarını engelleyen bir tutumdur.

Bu tutumla yetişen çocuklar;

 

  • Bağımlı kişilik yapısı geliştirirler.
  • Çocuk kendi başına karar vermede güçlükler yaşar.
  • Çocuğun kendine güveni yoktur.
  • Genelde tek başına bir işe başlama ya da sürdürme becerilerini gösteremezler.

 

 

Aşırı Baskıcı ve Otoriter Ana-Baba Tutumu

  • Ailede katı bir disiplin anlayışı ve baskıcı bir tutum vardır.
  • Çocuktan ailenin kuralarına koşulsuz uyulması beklenir
  • Aile içinde korku hakimdir ve çocuk korku ile büyür.

Aşırı Baskıcı ve Otoriter Ana-baba Tutumuyla Yetişen Çocuklar;

  • Saldırgan ve uyumsuz davranışlar görülür.
  • Arkadaşlarına, evde karşılaştığı olumsuz davranışları sergiler.
  • Sürekli eleştirildiği için benlik saygısı geliştiremedikleri görülür.

Özetle;

  • Aşırı koruyucu ve abartılmış sevgi ile büyütülen çocuklar hayata ve sosyal yaşama gereğince hazırlanamazlar.
  • Hayattan edinmeleri gereken deneyimleri edinmeden hayatla karşı karşıya kaldıklarında uyum sağlamakta güçlük çekmektedirler.
  • Çoğunlukla başarısız ve mutsuz olurlar.

ÖZGÜVEN VE SORUMLULUK GELİŞİMİ

Özgüven; yani kendine güven kavramı bir şeyi yaparken bireyin kendine inanması, “bu işi yapabilirim” diyebilmesidir. Özgüven doğuştan gelen bir duygu değildir zamanla etkisi artacak ya da azalacak bir duygudur.  Başardığımız işler kendimize olan güvenimizi arttırırken başaramadığımız işlerin sayısı arttıkça zamanla özgüven yitirilebiliriz bu yüzden özgüven değişmez bir kalıp değildir. Çocuğun özgüven gelişiminde ailenin rolü önemli yer tutmaktadır. Çocuğa yaşına uygun sorumluluklar verildiğinde, kendi yapabileceği işleri kendisinin yapması için fırsat verildiğinde özgüveni gelişebilmektedir.

Özgüven tabi ki sadece ailenin etkisinde değildir ancak çocuğun ilk eğitim aldığı yer olduğundan önde gelen etmenlerdendir. Okul ve diğer bakım verenlerin aynı tutumu sergilemesiyle çocuğun özgüveni gelişmektedir. Hayatımızda zamanın önemli olduğunu yadsıyamayız bununla birlikte bazen bir yere yetişmemiz, bazen kaldığımız ortamdan çabuk çıkmamız gerekir. Bazen de biz bazı işleri kendimizin yapması gerektiğini düşünürüz. Örneğin  ‘Aman o bilmez o yapamaz.’ demiyor muyuz?  ‘ Aman çevreyi kirletir üstüne döker karnını tam doyuramaz’  ayakkabısını ben giydireyim şimdi işe yetişmem vb.  Bunun gibi yüzlerce mazeret içeren cümle söyleyip dururuz. Bazen bir su getirmesini isteriz getirmeyince: ‘Artık büyüdün bir su bile getiremiyorsun’. Başka bir şey olunca: ‘Sen küçüksün sen bunu yapamazsın’. Çocuklara karşı çelişkili ifadeler kullanmamız çocuğun çevresine ve kendisine olan güven duygusunu ne kadar etkiler?

Sorumluluk verirken dikkat edilmesi gereken noktalar: – Çocuğun yaşına, bulunduğu gelişim dönemine uygun sorumluluklar vermek gerekir.   Çocuğun yerine getiremeyeceği sorumluluklar vermek kadar, çocuğun çok kolay yapacağı ve bulunduğu gelişim düzeyine oranla çok kolay olan sorumluluklar vermek gelişimi olumsuz etkileyebilir.

Sorumluluk verirken olanak buldukça seçim yapmasına fırsat vermek gerekir. Emredici olmamaya ve uygun sosyal sözcükleri kullanmaya dikkat etmek gerekir. Uzun ve anlaşılmaz cümleler kurmamaya ve çocuğun gelişim düzeyine uygun yönergeler vermeye özen göstermek gerekir. Çocuğun sorumluluk almak istediği durumları iyi değerlendirip hevesini kırmadan sorumluluğu yerine getirmesine yardımcı olmak gerekir. Çocuğun üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirebilmesi için cesaretlendirmek gerekir. Sorumlu şekilde davrandığı durumlarda desteklemek ve ödüllendirmek gerekir. Çocuğun yaşıyla doğru orantılı olarak sorumlulukları arttırılmalıdır.

Çocuklar Ve Onlara Verdiğimiz Sorumluluklar

Çocuklar bazen aileden gelen yükleri kaldıramadıklarını düşünüyorlar. Kardeşe bakma okulda başarılı olma daha iyi not alma vs. Çocuğun yapabileceklerini ve yapmayacaklarını görmek ondan yapamayacağı şeyler istememek gerekir. Yaşına uygun yapabileceği görevler verildiği zaman çocuğun kendisine olan güveni artacak yeni görevler yapmak için heveslenecektir. Bu sebeple çocuğun gelişimini görüp gözleyip gelişimine yaşına uygun sorumluluk vermek önemlidir. Çocuk ilk önce bir şeyler yapabileceğini görmeli ki daha sonra bunu geliştirmek için çaba sarf etmelidir. Başarmayı keşfeden bir çocuk çaba sarf etmek için daha gayretli olacaktır. Böylelikle kendisine olan güveni artacak ve sorumluluk duygusu gelişecektir.

Bunun tersine çocuğa hiç sorumluluk vermemek de kendine güvenini azaltacaktır. Çocuğum yorulmasın, onun yerine ayakkabısını bağlarım, resim dersinde zorlanacak biraz yardım etsem bir şey olmaz ya da oyun parkında kendisini koruyamaz bende onunla beraber gideyim de onun yerine sıraya gireyim gibi davranışlar çocuğun yeterlilik algısını sarsacaktır. Ben annemsiz ya da babamsız bir şey yapamıyorum en iyisi markete de annemle gideyim ya da okul ödevlerimi tek başıma başaramam kesinlikle biri bana yardım etmelidir demesi çocuğun kendine olan güvenini azaltacaktır.

Bu bağlamda çocuğun yaşına uygun sorumluluk ve görevler vermek, ondan yapabileceği şeyleri istemek gerekli ve önemlidir. Ebeveynin bütün yükü sırtına alması yerine onunla işbirliği halinde olup yardım isteğini ona bırakmanız gerekmektedir. Her çağrısında yanında olup problemini çözmek sorun çözemeyen yardıma muhtaç bir birey yaratabileceği gibi sorumluluk alan, yapabileceği yükleri omzuna alan problem çözen çocuk gelecekte kendi ayakları üzerinde duran bağımsız bir birey haline gelecektir.

Çocuklarda Ayrılık Kaygısı

Ayrılık kaygısı; anne, baba ya da diğer bakım veren kişilerden ayrılmaya ilişkin aşırı kaygı duyma olarak tanımlanır. Bu durum yalnızca çocuklarda görülen bir durumdur. Çocuk bağlandığı kişiye zarar gelebileceğine veya sevdiği kişiden ayıran bir takım felaketlere yönelik gerçek dışı ve sürekli bir endişe durumu yaşar. Okula giderse bakım veren kişinin zarar göreceğine ya da ona tekrar kavuşamayacağını düşünür. Bu durumdan dolayı aşırı kaygı, ağlama, öfke nöbeti, ayrılmaya karşı direnç gösterirler. Okula gitmeyi reddetme en sık gözüken durumdur. Çocuğun okula gitmesi gerektiğinde baş ağrısı, karın ağrısı, bulantı gibi çeşitli bedensel yakınmaları olur. Tatillerden sonra okula dönmekte çok zorlanabilirler. Diğer yandan bağlı olduğu kişi olmadığında uyumayı istememe veya reddetme; ayrılık konulu kâbusların tekrar tekrar ortaya çıkması ve ayrılık durumunda aşırı rahatsızlık kendisini gösterir. Özellikle Okula gitseler de sık sık evi arayıp anne babalarının güvende olup olmadığını sorabilir ya da anne figürüne eş değer öğretmeni uyurken sürekli yanında isteyebilmektedir. Okulda uykuya dalarken zorluk çekerler. Kusma ya da yoğun ağlama nöbetleri gibi yakınmalar gözükür.

Geneli ilke bir çok çocuk, özellikle de erken çocukluk döneminde bir miktar ayrılık kaygısı gösterirler. 0-1 yaş arasında çocuğun anne ile birlikte olması onun güveni altında hissetmesi ve ondan ancak güvenli bir şekilde ayırabileceğini bilmesi de gereklidir. 1-3 yaş arasında ayrılık kaygısı gelişimin normal bir bileşeni iken, bu yaştan sonra işlevselliği bozan ve aşırı sıkıntı yaratan ayrılık tepkileri ayrılık kaygısı bozukluğu olarak ele alınmalıdır. Bu sebeple oluşan sıkıntının en az 2 hafta süre ile devam edip etmediği değerlendirme aşamasında önemli olmaktadır.

Erken çocukluk döneminde özellikle anne ile çocuğun bağlanmasında bir sıkıntı oluştuysa, uzun süreli ayrılık çocuğu bırakma, ihmal etme gibi böyle durumlarda çocuğun bakıveren kişiye daha da yakın olma arzusu gelişebilmektedir; bununla birlikte ayrılığı kabul etme de gözükebilmektedir. Bu durum aslında en tehlikeli olanıdır. Çocuk çevresinde güvenli bir şekilde bağlanacağı bir ebeveynin olmayışını kabul ederse temel güven de sıkıntı yaşayabilir ve gelecekte ki hayatında güvensizlik sıkıntıları çekebilmektedir.

Bunun yanı sıra çocuğu hiç yalnız bırakama, ondan hiç ayrılamama ve çocuğun yaşına uygun işlerini kendisinin yapmasına izin vermemede çocuğu bakıverenine bağımlı yapabilmektedir. Çocuk kendi problemini kendisinin çözemeyeceğini düşünür ve sürekli etrafında birililerinin, en çok da anne ya da birincil bakıverenin olmasını ister. Bu kişi olmadığında şaşkınlık yaşar ve yeni ortama uyum sağlamakta zorlanır.  Bunun içinde çocuğu kontrollü bir şekilde yaşına da uygun olarak ona sorumluluk vermek ve onun kendi sıkıntısını kendisinin çözebilmesine fırsat tanımak gerekir. Böylelikle çocuğun birey olmasında ayrı kalabilmesinde önemli bir yer etmektedir.

Ayrılık Kaygısı Sürecinde Çocuk İle İlişki Nasıl Olmalı Ona Nasıl Davranılmalıdır

  • Korkutma, tehdit, şiddet, yargılama kullanılmamalıdır.
  • Çocuk, onu rahatsız eden bir duruma karşı duygusal bir tepki vermektedir. Bunu fark edip, onu anlamaya çalışmak en doğru yaklaşımdır. Çocukla empati kurmak, onu anlamaya çalışmak gerekir.
  • Okul reddine hangi durum ve duygunun neden olduğunu bulup, bu sorunun çözülmesi için çalışılmalıdır.
  • Ailenin, çocuğun okula devamıyla ilgili kararlı olması gereklidir. Fakat çocuğa, bu sorunun tüm aileyi ilgilendirdiği, sadece çocuğun sorunu olmadığı hissettirilmelidir.
  • Öğretmen ve ailenin sıkı işbirliği içinde olması gereklidir. Öğretmenin güven verici ve zorlayıcı olmayan tarzı önemlidir.
  • Ev içinde anneden ya da birincil bakıverenden uzaklaşabilmesi için ona fırsat verilmelidir.